Mardin, farklı dinlerin, dillerin, kültürlerin ve ırkların bir arada barındığı, her köşesinde derin bir tarih barındıran eşsiz bir şehirdir. Şehir, kendine has mimari yapıları, taş binaları ve ünlü mutfağıyla Türkiye’nin en göz alıcı yerlerinden biridir. Mezopotamya’nın en eski yerleşim yerlerinden biri olarak bilinen Mardin, tarihin derinliklerinden Sümerler ve Akadlar gibi birçok kadim topluluğa ev sahipliği yapmıştır. Şehrin adıyla ilgili pek çok farklı hikaye bulunmaktadır. En yaygın olanı, bölgede yaşamış olan Mard Boyu’nun şehre “Mardiyon” adını verip, bu ismin zamanla “Mardin”e dönüştüğü yönündedir. Mardin’i keşfetmenin en güzel yolu, Mardin Kalesi’nden tarihe bir göz atmaktır!
Mardin, gerçekle hayalin iç içe geçtiği, rengarenk karakterini sarımtırak evlerinin arkasında saklayan bir şehirdir. Bu kent, taş renginde görünse de aslında pek çok renkten oluşan zengin bir yapıya sahiptir. Dünya literatüründe adı geçse de, her kültürü bilmeyenlerin bile Mezopotamya denildiğinde hissettiği derin saygı, bu şehrin özel bir yere sahip olduğunu göstermeye yeter. Mardin’i keşfetmek, bir insanın gözlerine bakıp derinlere inmek gibi bir duygu uyandırıyor.
Mardinliler, ovayı izleyerek gündüzün zarafetini, gece ise büyüsünü yaşarlar. Şehrin yükseklerinde yer alan kayalıklara inşa edilmiş kaleye “Kartal Yuvası” adı verilmiştir. Kaleye tırmandığınızda sadece parıl parıl parlayan evleri değil, aynı zamanda Mezopotamya Ovası’nın sonsuzluğunu da görebilirsiniz.
Evliya Çelebi’nin Anlatımı ile…
Mardin Kalesi’nin köklü bir geçmişi vardır. Bu nedenle, Mezopotamya’ya seyahat eden her uygarlık, savaşlardaki zaferler ve yenilgiler hakkında derin bir bilgiye sahiptir. Kale, Sümer, Asur, Babil, Roma ve Bizans gibi eski medeniyetlerin yanı sıra Artuklu, Selçuklu ve Osmanlı gibi İslam medeniyetlerinin izlerini de taşımaktadır. Mardin Kalesi’nin adı, ünlü seyyah Evliya Çelebi’nin Seyahatnamesinde de geçmektedir.
Mardin Kalesi, Evliya Çelebi’nin “Dara’nın Tahtı” olarak adlandırdığı ve bir efsaneye dayandığı söylenen önemli bir yapıdır. Makdisi’nin İslam tarihini anlattığı eserinde, o dönemde Şahika Dağı olarak bilinen yere, Hazreti Yunus Peygamber’in kaleyi inşa ettirdiği anlatılır. Hazreti Yunus, kışları Musul yakınlarında bir şehirde, yazları ise Mardin’deki bu kalenin bitişiğindeki bir mağarada ibadet ederken, burada insanları yiyen bir ejderhayı öldürmüştür. Bu güç sayesinde 3000 kişi ona inanmış ve komşu dağlarda yerleşmiştir. Dağın ejderha anlamına gelen “Mar” ismi, bu yüzden şehre Mardin denmiş olabilir. Ancak bazı kaynaklar, Mardin isminin Süryanice “Marde”den türediğini ve “Kaleler” anlamına geldiğini iddia etmektedir.
Mardin Kalesinin Tarihi
Efsaneler tarihin özünü oluşturur, değil mi? Başka bir hikaye de 4. yüzyıla kadar uzanır. M.S. 330’da, Şad Buhari adında bir hükümdar Mardin Kalesi’ni fetheder. Bu hükümdar kaleye geldiğinde hasta ve ölümün eşiğindedir. Mucizevi bir şekilde iyileşmesi üzerine kaleye bir saray inşa ettirir ve hayatının 12 yılını burada geçirir.
Perslerin ve Babil’den çağrılan insanların Mardin bölgesine yerleşmesiyle M.S. 442’ye kadar süren bir gelişim süreci başlar. Zenginlik ve refah dolu yılların ardından veba salgını gelerek kalede bulunan herkesin ölümüne sebep olur. Kale lanetli olduğuna ve içerisine girenlerin mutlaka öleceğine inanan yerel halk, neredeyse 100-200 yıl boyunca kaleye adım atmaz. 795 yılında Timur, kaleyi üç kez kuşatır fakat ele geçiremez.
Zaman 10. yüzyıla geldiğinde, 976 yılında Hamdaniler adını taşıyan bir Arap Hanedanlığı, unutulmaya yüz tutmuş kaleye yeni binalar ekleyerek onu korunaklı bir yapı haline getirir. Bu dönemden itibaren kale, bugünkü halini büyük ölçüde kazanır. İçerisindeki cami, mahzen, hamam ve ambar kalıntıları 10. yüzyılda Artuklular dönemine aittir ve bu tarihten sonra kale, her medeniyet için önemli bir merkez olma özelliğini sürdürmüştür.
Mardin Kalesi’nin Mimarisi
Ovanın 1200 metre üzerinde inşa edilen kale, yüksek surlarla korunmuş yerler barındırmaktaydı. Bu surların çoğu, 19. yüzyılın başlarına kadar ayakta kalmış olsa da günümüzde genellikle temel kalıntılarıyla varlığını sürdürmektedir. Surlardaki güney kulelerinden biri, zamanın etkilerine direnerek hâlâ ayaktadır.
Kale, tarih boyunca Timur’un üç kez kuşatmasına rağmen ele geçirilememiş olmasıyla dikkat çeker. Geniş bir alana yayılmış olması, onun birçok kapıdan giriş çıkış imkanı sağlamıştır. Evliya Çelebi’ye göre, kalenin dayanıklı olmasının sebebi ambarlarının ve su sarnıçlarının dolu olmasıymış.
Mardin Kalesi, en son 218 yıl önce kullanıldıktan sonra, 2015’te Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından kazılar yapılarak restore edilmiştir. Bu kazılarda, Osmanlı Dönemi’nden önceye ait yapı kalıntılarıyla birlikte yaklaşık 300 adet sikke, gülle, zırh, ok uçları ve seramik kaplar bulunmuştur. Ancak kale girişindeki aslan heykelleri yağmalandığı için günümüze ulaşamamıştır. Mardin Kalesi, maalesef 1980 yılından bu yana Hava Radar Kıta Komutanlığı’na bağlı olup, halkın ziyaretine kapalıdır. Ancak kaleye yakın konumda bulunan Zinciriye Medresesinden kaleyi tüm ihtişamıyla görebilir ve bu noktadan en güzel fotoğrafları çekebilirsiniz. Geceleri, Mardin Kalesi’nin güney cephesinden bakıldığında, eteğindeki evlerin ışıkları gökyüzündeki yıldızlarla birleşiyor gibi bir manzara sunmaktadır.
Mardin Şehir Surları
Mardin Surları, yedi bin yıllık zengin bir tarih ile kültürel birikime sahip olup, bin yıllık restorasyon çalışmalarının sonucunda yeniden ziyaretçilerine kapılarını açmıştır. Mardin, uzun süreçte farklı dinleri, dilleri ve Mezopotamya geleneğini bir araya getirerek zengin bir tarih birikimi sunmaktadır. Surların restore edilmesi, bu kültürel zenginlikleri mimari ve tarihi açıdan daha da görünür hale getirmiştir.
Mardin Surları, medeniyetlerin uzun yıllar boyunca oluşturduğu kalıntılarla dolu bir yapıdır; tarihin izlerini taşımaktadır. Bu sur, tarihin kahramanlarından biri olarak, ziyaretçileri çekme ve etkileme kapasitesiyle geniş bir alanı kapsama ve faaliyet alanını genişletme hedefini taşımaktadır. Mardin Surları, farklı medeniyetlerin buluşma noktası haline gelmiş kalıntılarıyla turistik değer taşıyan bir alandır. Toplum ve ulusal düzeyde desteklenmesi gereken kültürel miras konularının önemli bir örneğini sunmaktadır.
Mardin surları, yoğun yağışların etkisiyle zarar görmüş ve KUDEP tarafından yeniden inşa edilerek belediyelerin teknik destek ekiplerince restore edilmiştir. UNESCO’nun dikkatini çeken surların restorasyonu, tam 2 ay süren bir süreç içerisinde gerçekleştirilmiştir. Bu surlar, dünya genelinde turistik değerleriyle öne çıkan, tanıtım olanaklarıyla daha da zenginleşen önemli bir yapıdır.
UNESCO, turistik değerlerin korunması ve küresel tanıtımı açısından oldukça kritik bir rol üstlenmektedir. Mardin Surları da teknik destek ve uzmanların yardımıyla hızla gerçekleştirilen restorasyon çalışmaları sayesinde bu alanda önemli bir ivme kazanmıştır. Bu süreçte KUDEP, son derece etkili ve duyarlı bir hizmet modeli sunmuştur.
Mardin Surları, teknik ve hizmet alanında Mardin Belediyesi tarafından yürütülen ulusal ölçekli UNESCO kapsamındaki tarihi ve kültürel mirası koruma çalışmalarına hedeflenen bir hizmet anlayışıyla hızla başlatılmıştır. Mardin Surları, kültürel zenginlik ve çeşitlilik sunarak teknik uzmanlık gerektiren her anı titizlikle işleyen bir ekip ve ekipman özellikleriyle yerel ve uluslararası düzeyde tanıtım imkanı sağlamaktadır. Bu yaklaşım, kültüre katkı sağlayan ve öne çıkan hizmetler arasında yer almaktadır.
The post Mardin Kalesi ve Şehir Surları: Tarihi İzlerle Dolu Yerler appeared first on Seyahat Blogu – Hepsiburada Seyahat.