Blog

Günümüzde Mağara Yaşantısını Sürdüren Topluluklar

Günümüzde Mağara Yaşantısını Sürdüren Topluluklar

Mağaralar… Bazıları için yalnızca taş ve karanlık; kimileri içinse bir sığınak, ev, ve yaşam tarzı. İnsanlık tarihinin en eski barınakları olan bu yapılar, geçmişin yanı sıra günümüzün de sessiz tanıkları. Modern şehirlerin ve dijital dünyanın gölgesinde, yerin altında, taşların kalbinde yaşam süren insanlar var. Bazen doğanın sert koşullarına karşı korunmak, bazen de kimliklerini, geçmişlerini ve geleneklerini yaşatabilmek için bu hayatı seçiyorlar. Teknoloji ilerliyor, şehirler büyüyor, yollar asfaltla kaplanıyor ama hâlâ mağarada yaşayan insanlar, taşın serinliğinde nefes alıyor. Bu yazıda, mağaraların karanlık olarak düşünülen ama aslında ne kadar ışık dolu olduğunu keşfetmeye davet ediyorum. Avustralya’nın çölünden Ürdün’ün kırmızı vadilerine, Çin’in iç bölgelerinden Türkiye’nin peri bacalarına kadar uzanan bu yolculukta; mağara yaşamlarının ne kadar dayanıklı, yaratıcı ve insani olduğunu göreceksiniz. Çünkü mağarada yaşamak, sadece bir tercih değil; bazen zorunluluk, bazen direnç, bazen de köklere tutunma çabasıdır. İşte günümüzde hâlâ mağarada yaşayan topluluklar…

Yaklaşık on yıl önce, Avustralya’nın en kurak köşelerinden biri olan Simpson Çölü’nde ilginç bir keşif yapıldı.

National Geographic keşifçisi Tamara Merino, çöl ortasında karavanıyla giderken lastiği patladı. Hayal edin; 40 dereceyi geçen sıcaklıkta, su veya gölge yok. Bu durumda aracınız bozulursa ne yaparsınız?

Merino, karavanını zorla yol kenarına çektiğinde, ileride bir yerleşim yeri fark etti. Ancak binalar terkedilmiş görünüyordu. Bir tepenin üstünde paslı bir metal haç dikkatini çekti ve yaklaştığında altında devasa bir avlu gördü; işte o an her şey değişti: Yeraltına inşa edilmiş bir Ortodoks kilisesiyle karşılaştı.

Bu gizemli yapı, onu Coober Pedy adındaki madencilik kasabasına götürdü. 1900’lerin başında opal aramak için kurulan bu topluluk sıcaklıktan korunmak amacıyla yerin altına taşınmıştı. Bugün burada yaşayan yaklaşık 2000 kişi, yaz aylarının bunaltıcı sıcaklığından korunmak için mağaralarda ikamet ediyor. Merino, bu yeraltı yaşam tarzına öyle hayran kaldı ki, burada bir ay kalmayı seçti.

Mağaralarda yaşamak, insanlık tarihi kadar eski bir gelenektir.

Günümüzde hala mağarada yaşayan topluluklar

İlk insanlar, yırtıcılardan ve zor koşullardan korunmak için yerin altına sığınıyordu. Zamanla bu sığınaklar, resimlerin yapıldığı ve ritüellerin icra edildiği yerler haline dönüştü. Coober Pedy deneyiminden sonra Merino’nun aklındaki bir düşünce, dünya genelinde hâlâ yerin altında yaşayan topluluklar olup olmadıklarıydı.

Bu soruyla yola çıktı. Son iki yıl boyunca dünyanın dört bir yanında yürüyüş yaparak bu neredeyse unutulmuş yaşam biçiminin izini sürdü. Edindiği bilgiler olağanüstüydü. Örneğin, Çin’in Şensi bölgesinde zamanında 40 milyon insan yaodong adı verilen mağara evlerde yaşıyordu; ancak şehirleşme ile bu sayı bir kaç milyona düştü. Mali’deki Dogon halkı da bir zamanlar kayalıklara oyulmuş evlerde yaşıyordu, yine zamanla tehditler azaldığında, vadilere inip yerleşik hayata geçtiler.

Ancak bu azalan sayı, mağara yaşamının anlamını yitirdiği anlamına gelmiyor; tam tersine. UNESCO danışmanı Pietro Laureano’nun belirttiği gibi, yeraltı yaşamı sürdürülebilirlik açısından bir hazine niteliğinde. Doğal yollarla sıcaklık, su ve enerji sorunlarının çoğunu çözüyor ve mekanla derin bir bağ kurmayı öğretiyor.

Tunus’un güneyinde, Sahra’nın eteğindeki sarı kumtaşlarına oyulmuş evler bulunuyor.

Günümüzde hala mağarada yaşayan topluluklar

Bu yerlerde binlerce yıldır İmazighen halkı yaşıyor. Güneşin sert olduğu ve rüzgarların savurduğu bu topraklarda, yer altındaki evler serin bir sığınak işlevi görüyor. Ancak zamanla her şey değişti…

Tunus, 1956’da bağımsızlık kazandıktan sonra, döneminin cumhurbaşkanı Habib Burgiba modernleşme projelerine başladı; bunlardan biri de bu “ilkel” görünen mağara evlerden insanları çıkarmaktı. Devlet, su, elektrik ve modern ev vaat etti ama sonuç pek de öyle olmadı.

72 yaşındaki Slimen Ben Massoud o dönemi şöyle anlatıyor: “Bize her şeyin daha iyi olacağını söylediler ama mağaramızı aldılar, yerine hiçbir şey vermediler.” Sel felaketleri sonucunda bazı yerleşimler taşınmak zorunda kaldı ama sıcaklık problemi hâlâ çözülemiyor. Yeni inşa edilen evler, binlerce yıl önceki doğal serinliği sunamıyor. Ayrıca iklim krizi de ciddi bir tehdit oluşturuyor; uzmanlara göre yüzyılın sonuna kadar bölgede sıcaklıklar önemli ölçüde artacak.

İlginizi çekebilir:

Maskülenitenin Toksik Kırılganlığının Aşıldığı ve Kadınların Egemen Olduğu 6 Toplum

Ama herkes modernliğe teslim olmadı. Hâlâ mağarada yaşayan insanlar var. Mesela Haamdi ailesi…

Günümüzde hala mağarada yaşayan topluluklar

Yeni Matmata’ya sekiz mil uzaklıktaki evleri, beş odalı ve kumtaşına ustalıkla oyulmuş. Girişte bir tuğla salon var ama içerisi serin ve ferah. Yağmur yağdığında yüzyıllar öncesinden kalma su kanalları devreye giriyor, bahçeler sulanıyor. Teknolojiyle mağara hayatı iç içe geçmiş durumda; gençler internete bağlanıyor ve TikTok videoları çekiyor. Ama doğal serinlik, kalın duvarların güveni ve ailenin geçmişi hep orada kalıyor.

73 yaşındaki Dede Ali şöyle diyor: “Buradan asla ayrılmam.” Torunları da aynı fikirde. Geleceğe yönelik planları bile mağaranın duvarlarını daha derinleştirmek.

Ürdün’ün kumtaşı vadilerinde, bir zamanlar Antik Nebati İmparatorluğu’nun ihtişamlı başkenti olan Petra yükseliyordu.

Günümüzde hala mağarada yaşayan topluluklar

Bundan 2,000 yıl önce oyulmuş dev mezarlar, geçitler ve avlular yalnızca mimari harikalar değil, aynı zamanda ticaretin merkeziydi. Ancak Petra yalnızca taş ve tarihten ibaret değildi; Bedeviler, bu kayalıklara oyulmuş alanlarda gerçek bir yaşam kurmuştu. Keçileri vadi boyunca sürer, Kraliyet Mezarı’nın altında tarım yapar, gökyüzü ile taşın arasında sakin ama kararlı bir yaşam sürerlerdi.

Fakat 1970’lerde işler değişti. Ürdün hükümeti Petra’yı bir turizm cazibe merkezi haline getirmeye karar verdi. Kral Hüseyin, 140 Bedevi ailesinin yerleşim yerlerini boşaltmaları için bir anlaşma yaptı. Ama her hikâyede geri adım atmayanlar vardır.

Bugün hâlâ yaklaşık 120 Bedevi, antik şehrin kenarında, vadinin tenha bir köşesinde yaşıyor. Bir zamanlar ölülerin dinlendiği mezarlar şimdi depo olmuş; Nebati salonları artık deve, kamyonet ve traktör garajı olarak kullanılıyor. Bu manzara kimileri için yıkım gibi görünse de onlar için hâlâ yaşayan bir ev, bir yurt.

90 yaşındaki Raya Hussein Suliman Semahin, Kraliyet Mezarı’nın hemen yakınında doğdu.

Günümüzde Mağara Yaşantısını Sürdüren Topluluklar

Şimdi ise hayatını kızıl kayalara oyulmuş bir dizi mağarada sürdürüyor. Evi dediği bu alanlar, kararmış taş duvarlı bir mutfak, güneş paneliyle aydınlanan bir yatak odası ve ardıç dallarından yapılmış bir açık hava gardırobuna sahip. Yani yaşam devam ediyor — hem de oldukça yaratıcı bir şekilde.

Değişime açık olanlar da var. Vadinin birkaç mil ötesinde hükümetin inşa ettiği yeni köyde yaşamak isteyenler, özellikle çocuklarının eğitimi ve suya erişim gibi temel ihtiyaçlar açısından umutlu. 37 yaşındaki Haniyah Suliman Ali Samahin, sekiz çocuğuyla birlikte okula yakın ve düzenli suya erişebildiği bir yaşam hayal ediyor çünkü mevcut yaşam koşullarında temiz su, vadi tabanındaki bir musluktan yalnızca birkaç günde bir geliyor.

Ancak bazıları için bu yer, sadece bir taş yapı değil. Doğayla bütünleşmiş bir yaşam biçimi. 18 yaşındaki Suleman Samahin açıkça ifade ediyor: “Biz açık havayı seviyoruz, doğayı ve özgürlüğü.” Güneş batarken, annesi mağaranın önünde oturmuş ateşi izliyor. Suleman ve kardeşleri, Nebatilerin bir zamanlar şarap sakladığı çukurlardan birinde kuzu ve yoğurtla yapılan geleneksel yemek mansaf’ı hazırlıyor. Gece çökünce gökyüzü yıldızlarla süsleniyor, aile hayvan postları ve minderler üzerinde dışarıda uyuyor. Ne priz var ne klima… ama huzur ve bağlılık var.

Raya’nın şu sözleri her şeyi özetliyor:

“Petra’dan Bedevileri çıkarmak, bir yemeğin baharatını çıkarmak gibidir… geriye hiçbir şey kalmıyor.”

19. yüzyılın başlarında Güney Afrika, derin bir kargaşanın içindeydi. Savaşlar her yeri sarmış, insanlar evlerini terk etmek zorunda kalmıştı. Bu zor dönemde, Basotho halkının lideri olan Kome adındaki bir şef, halkını şiddetten uzaklaştırmak için cesur bir adım attı.

Günümüzde Mağara Yaşantısını Sürdüren Topluluklar

Onları alıp Lesotho’nun Maloti Dağları’na götürdü. Derin vadilerle çevrili, doğuya bakan büyük bir mağarayla karşılaştı ve işte orası, onların yeni evi oldu.

İlk olarak mağaranın içine kubbe şeklinde kulübeler inşa ettiler. Kullanılan malzemeler tamamen doğal: çamur, çubuk, hayvan gübresi… Kapılar alçak, duvarlar toprak renkli ve sıcaklık da sabit. Yerel halk bu mağarayı “mahalapane” yani “damak” olarak adlandırıyor; çünkü içi, sanki dev bir ağzın içi gibi. O dönemde bu yapı, sadece yağmurdan korunmak için değil, aynı zamanda insanların ve hayvanların canını şiddetten kurtarmak için de kullanıldı.

Yıllar geçtikçe, zaman değişti. Bugün, çoğu Kome torunu artık mağaranın üzerindeki düzlüklere yerleşmiş; basit beton evlerde, cam pencerelerde, küçük konforlarla yaşamaktadır. Ama mağara hâlâ orada. Hâlâ bir sığınak, hâlâ umut.

Bir Tawil: Hiçbir Ülkenin Sahiplenmek İstemediği Mısır Ve Sudan Arasındaki Toprak Parçası

41 yaşındaki çiftçi Ntefane, maddi imkânsızlıklar nedeniyle kendi evini kuramamış.

Günümüzde Mağara Yaşantısını Sürdüren Topluluklar

Bu yüzden hâlâ mağarada yaşayan bu yaşlı kadın, hayvan postlarının üstünde uyuyor, Phuthiatsana Nehri’nde çamaşır yıkıyor, küçük ocağında çaydanlığı kaynatıyor. Raflarda birkaç boş mumluk, kovalar, bavullar… Her şey sade ama yaşanabilir. Mağarada çocuklarını büyütmüş 58 yaşındaki Sebastian Khuts’oane hâlâ bu kulübeleri kullanıyor. Gelini Güney Afrika’dan geldiği için evini ona vermiş; kendisi eski mağaraya geri dönmüş.

Sabahları, mağaranın ağzına vuran bakır rengi gün ışığıyla uyanıyorlar. Onları gölgelendiren tek şey, halk arasında koruyucu güce sahip olduğuna inanılan ve bir zamanlar Kome tarafından yıldırıma karşı dikilmiş lekhatsi ağacı.

Yani mahalapane hâlâ yaşıyor. Belki daha sessiz, daha az nüfuslu ama hâlâ bir şeyleri koruyor: kökleri, anıları, dayanışmayı… Ve orada hâlâ biri nefes alıyorsa, bu tarih bitmemiştir.

Ve şimdi gözümüzü Türkiye’ye çeviriyoruz.

Günümüzde Mağara Yaşantısını Sürdüren Topluluklar

Burası Kapadokya. Volkanik taşların zamanla aşınıp masalsı şekillere dönüştüğü, gökyüzüyle toprağın iç içe geçtiği bir yerdir. Peri Bacaları, gizli tüneller ve yer altı şehirleri… Ancak bu görüntüler sadece turistler için değil; hâlâ burada yaşayanlar için gerçek yaşamın bir parçasıdır.

Kapadokya’daki yer altı şehirlerinin bazıları 4,000 yıldan eskidir. Kaymaklı, Derinkuyu… Adeta birer yer altı krallığı. Ama yüzeye çıktığınızda, Ortahisar gibi kasabalarda hâlâ aktif olarak kullanılan kaya evler yer almakta. 72 yaşındaki Oktay Torun ve 64 yaşındaki eşi Hanife, 40 yıl önce evlendiklerinden beri bu mağara evde yaşıyor. Ve işin güzeli, hâlâ mağarada yaşamlarına devam etmelerine rağmen her şeylerinden memnunlar.

Evlerinde elektrik de var, su da. Kışın oturma odası sıcacık, yazın ise kalın taş duvarlar sayesinde serin kalıyor. Burada beş mevsim önce toplanmış bulgurlar, mercimekler ve cevizler amforalarda saklanıyor. Gümüş tepsilerde meyveler… Gerçekten kendi kendine yeten bir düzen.

Ama işte, güzellikleriyle birlikte gelen başka bir şey daha var: turizm.

Günümüzde Mağara Yaşantısını Sürdüren Topluluklar

Kapadokya artık tüm dünyanın radarında. 2023’te yaklaşık beş milyon kişinin bölgeyi ziyaret etmesi bekleniyor. Bu durum, doğal olarak değişimi beraberinde getiriyor. Birçok kişi evlerini butik otellere dönüştürüyor, tarihi depoları barlara çeviriyor. Torun ailesinin komşusu mağarasını satmış, etrafları artık inşaat alanı haline gelmiş.

Hanife iç çekerek anlatıyor: “Gitmek zorunda kalırsak her şeyimizi satar, herkes gibi yaşarız.” Ama zihninde, kalbinde hâlâ o ilk ev var. Birçok eski kaya evi sakini şimdi Nevşehir’deki apartmanlara taşınmış durumda. Ama Hanife, o binaları bir hapishane gibi görüyor çünkü onun için “kapıyı açtığında vadiyi görebilmek, temiz havayı soluyabilmek” bir gereksinim.

Mutfakta taze süt kaynıyor, bir tepsi taze yeşillik hazırlanıyor ve yılların alışkanlığıyla elleri sürekli çalışıyor. Rıfat, onların 45 yaşındaki oğlu, artık turizmde çalışıyor ama çocukken mağara tünellerinde saklambaç oynadığı günleri asla unutamıyor.

Belki bu evler sadece taş değil, birer hafıza odası. Bazen çocukluğun, bazen hayatta kalmanın, bazen de direnmenin sembolüdür.

Kaynak: 1

Bir yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bunlar da var

Venedik, İtalya'nın büyülü şehri: Gezilecek En Popüler ve Az Bilinen Yerler
Blog

Venedik, İtalya’nın büyülü şehri: Gezilecek En Popüler ve Az Bilinen Yerler

 Venedik, İtalya’nın büyülü şehirlerinden biri olarak adını tarihi dokusu, romantik kanalları ve göz alıcı mimarisiyle duyuruyor. Denizin ortasında serpilen bu
"Las Vegas'ta Gezilecek Yerler: Işıltılı Eğlencenin Kalbinde Unutulmaz Anlar"
Blog

“Las Vegas’ta Gezilecek Yerler: Işıltılı Eğlencenin Kalbinde Unutulmaz Anlar”

 Las Vegas, Amerika Birleşik Devletleri’nin Nevada eyaletinde yer alan, ışıltılı ve renkli dünyasıyla ünlü bir şehirdir. Her yıl milyonlarca turisti